Eski Okul

Bugün bir arkadaşım beni bir yere çağırdı, yarın eski liseye gidecekmiş öğle arasında, eski okuluma; iyi dedim önce, eski çocuklar falan, o çooook sevdiğim edebiyat hocam sayın Ulviye Alıcı hanımefendi özellikle. Tam "Olur gideceğiz" diyecek oldum, hani böyle emniyet kemerini hızlıca çekince tak eder durur ya aynı öyle durdum. Tek eski olan okul değildi çünkü, hiç görmek istemediğim, adını anmak istemediğim, herhangi onunla bağdaşacak şeye en ufak dahil olmaktan kaçınacağım, bir zamanlarsa ne yaparsalar ve yapsam uzak duramadığım, adını anmayı bırak dilimden düşürmediğim biri de orada olacaktı; eski ben de orada olabilir demek oluyordu bu, eski hayatım, sevemediğim, ölüme benzeyen her türlü yanı da öyle...
Arkadaşımı kırmak istemedim, hocamı da çok özlemiştim; arkadaşıma bakarız dedim ama cevap belliydi, tok bir "Vazgeçtim", "Gelmiyorum", "Beni boşverin siz" türevi cevap işte, henüz cevabımı söylememiş olsam da öyle. Üstüne üstlük arada sırada hep hocamı ziyaret etsem mi diye düşünür aynı sebepten cayarım, kimse bilmez...

Bilseler anlamazlar çünkü, yok geçmiş, yok olan biten, yok öğrenilen. Niye derler bir de pişkin pişkin biliyor musun, sanki herkes her şeye çok dayanıklıymış gibi bir saçmalık olarak bulurlar bu evhamı, nazı ya da her ne derseniz işte. Gitsem yüzde beşyüz göreceğim onu çünkü, tek kelime etmesem, tıpkı bir sinek gibi görmezden gelsem gayet de yeri ama Alptuğ Dağ dediğiniz adam bunu beceremez, yakışmaz da zaten; bir diğer ihtimal de hafif trip gibi başlar bağırır ederim bilmem ne olur, onu salla da milletin tadı kaçar, sonra bir de aklıma kendi eski masumluğum gelir bir de ağlarım oturur, sonuç olarak günü kendime zehir etmiş olurum şahane bir şekilde ve bu durumun sarsıntısı en aşağı bir hafta sürer...
Şu işe bakın, tek bir kişinin sizi mal etme paranoyasıdır bu, yazık ki haklı bir paranoyadır; bir adet güvenilmiş ama karlar yağmış dağ arkadaşları görmeye, geçmişten söz etmeye, en sevdiğin hocanın elini öpmeye bal gibi engel işte böyle. Belki o hiçbir şey yapmıyor ve kafada engel ama zaten mesele de bu ya; o yapacağını çoktan yapmış, sorun zaten kafada, vaktiyle ona inanmış, sevmiş, beklemiş, olmasa da saf saf razı gelmiş, hep de iyiliğini gözetmiş bu kafada; tamam aynı şeyleri bir bir yürek de yaptı, hatta daha çok yaptı ama ona kızamam, kızamam işte...

"...İlişiyor şeytanlar, nehirleri içimde; hoşt köpekler diyip de kafayı dağıtamadım..."

Allahˆım böyle olmalı mıydı? Yani cevabı biliyorum ama bana biraz taviz göstersen? Bana "Kaçan kovalanır" diyenlere iyi ki inanmamışım bu bir, "Kovalayan da kaçar" demediler bu iki. Kaçmaksa kaçmak, hak ettim bu kaçmayı; hem bir ceza olarak ona kanışıma, hem bir ödül olarak sevmişliğime, yazık olmuşluğumaysa teselli... Hak etmediğim çok şeye maruz kaldım, bari kaçmayı bana çok görmeyin, başta arkadaşım Emir...
Hem bu da eski okulun hala süren, yazık ki sürecek de olan bir dersi gibi işte, büyük bir ders...


0 Yorum:

Yorum Gönder